Ortaköy de Bulutlu Bir Geceden...

Bulutlu bir geceydi. Bulutlu bir gecenin ortasında, denizin kenarında, dalgaların küçük sıçrayışlarını seyrediyordum. Başımı kaldırıp göğe baktım. Geçip gidiyordu yine gri bulutlar hiçbir şeye aldırmadan. Hep böyle idi zaten bu gri bulutlar. Hep kendilerini düşünür, aldırmazlardı onlara bakanlara. Biraz durup biz de bize bakanlara bakalım, demezlerdi. Geçip giderlerdi işte öyle. Sessizce… Alay edercesine…

Yanımda gönülsüz duranlarıma “beni biraz sessizliğimle bırakın” dedim. Sağ olsunlar beni benimle bırakıp biraz daha ısınacakları bir kuytuya gittiler az geride.

Biraz daha baktım dalgaların siyahına. İçime çektim denizin kokusunu. Ne kadarda karanlıktı. Ah ettim kocaman, içimden. Oturdum sonra lambanın yanındaki banka. Puşime sıkı sıkı sarıldım. Bankın ortasına geldim. Deniz müthişti. Gece lacivertti, deniz de lacivertti. Gri bulutlar hareket ediyordu ağır ağır. Derin bir nefes aldım aşina olduğum iyot kokusundan. Çevremdeki hareketleri izlemeye devam ettim.

Sol tarafta Ortaköy Camisine takıldı gözüm. Yerden yansıtılmış ışıklar camiye ulvi hava vermişti. Avludaki balık tutan 3 kişiye takıldı gözüm. Zevkle ve hallerinden gayet memnun oltalarını en uzağa atmaktaydılar. Ne kadar mutluydular. Etraftaki kimseyi görmüyordu gözleri adeta. Sonra avlunun bahçe demirlerine asılı yazıyı okudum. “Avluda balık tutmak yasaktır”. Güldüm, balık tutmak için oltalarını hırsla fırlatan balıkçılara. Sanırım yazı pekte önemli değildi onlar için. Ne kadar da huzurlu görünüyorlardı. Gıpta etmişimdir hep kimseyinin dediğini umursamayan insanlara. Tek kendilerini umursarlar, o da bazen.

Sağ tarafımdaki bankta iki kişi oturmuş konuşuyordu. Hararetli hararetli iş hayatlarını, başlarına gelen kötü olayları, nasıl kazık yediklerini, hayatın ne acımasız olduğunu anlatıyorlardı. Uzun zamandır birbirlerini görmeyen iki dost oldukları o kadar belli idi ki.

Dostluk ne güzeldi ya! Benim de İstanbul da böyle bir can dostum yok muydu? Beraber olduğumuz da hiç ayrılamamış gibi kaldığımız yerden devam ettiğimiz can dost. Kaç tane can dostum vardı benim acaba? Epeyce vardı şükürler olsun. Hatırladıklarım beni mutlu etti:))

Sonra önümden geçen bir kız ve ardından takip eden annesinin kısık sesle yaptıkları tartışmaya kulak misafiri oldum. Gülümsedim yine. Problem neydi acaba? Anne kızına neden bu kadar kızgındı ki?

Az ilerde 3 kız 1 erkek kumpir yiyen guruba baktım başımı çevirip. Kızların, o muhitin şımarık kedisi olduğu belli kediye kaşık kaşık kumpir yedirmelerini izledim. Kedi hopladıkça nasılda şen kahkahalar atıyorlardı. Böylesi genç olmak, genç kalabilmek, neşeli kahkahalar atabilmek. Ne güzel, ne güzel!

Sonra sımsıkı kravatı bağlı beyefendi ile samimi ama seviyeli sohbet eden bayanı izledim birazda. Aleni flört müydü bu acaba? Sohbetten çok keyif aldıkları görülüyordu. Ayakta nerdeyse yarım saati geçik konuştular. Sonra gecenin karanlığını yarıp bir küçük çocuk geldi koşarak, elinde kırmızı gonca güllerle. Beyefendi almak istedi. Ama hanımefendi aldırmadı. Beyefendi bir türlü cesaretini toplayıp alamadı gülleri. Tavrını görmeliydiniz ama, çok hoştu. Çok çok hoşlardı zaten:))

Çiçekçi çocuk banktaki kumpir yiyen gençlere yöneldi. Ama onlardan da gül alan çıkmadı. Çocuk, elerlinde güllerle geldiği gibi koşarak kayboldu gecenin içinde.

Bu sırada önümden geçen bir tipi fark ettim. Aynı kişinin 3 üncü geçişiydi bu. Yanımdaki banka oturan az önceki anneye kendini anlatmaya başladı sebepsiz. Tesisat işi yapıyormuş, Ankaralı imiş, buralar yaşanacak yer değilmiş, işi çok güzelmiş ama, çok para kazanıyormuş. Ne kadarda yüksek sesli konuşuyordu. Sırf gürültü kirliliği diye düşündüm. Hoşlanmam ben sırf konuşmuş olmak için konuşanlardan.

Birden denizin sanki bana seslendiğini duydum. Nasıl olurdu ki bu? Beni tanıyor olması imkansızdı. İmkansız mıydı? Derinine baktım denizin. Işıklar nasılda oynaşıyordu. Yoksa deniz hep aynı deniz miydi? Sevgim miydi? Nerdeydim ben peki? Sevgim neredeydi? İçimde mi? Yanımda mı? Bende mi?

Kendimle sohbet etmemiştim uzun zamandır. Sorular sormamıştım. Peki bu soruların cevaplarını biliyor muydum ben? Ya da cevapları var mıydı?

Yalnızdım ben. Ama yalnızlığımla değildim. Özlediğim birilerini yanımda hissetmek istedim uzaklardaki kız kulesine bakarken. Ansızın gelmesini istedim. Gönülden çağırdım. ” Gel ya lütfen, gel” dedim. Kızdım neden beni duymuyor diye. “Duy beni, duy” dedim. Bir gün duyar mıydı acaba? Duysa ne süper olurdu. Şöyle ansızın gelse mesela. Çok özlemiştim. Her zamankinden çok belki de. Evet evet. Her zamankinden çoktu özlemim bu defa. Başkaydı da.

“Hiç bu kadar yakınımdayken uzak olmamıştın bana” demişti. Uzak mıydım gerçekten? Gelseydi işte sesimi duyup ne kadar yakın olduğumu anlayacaktı. Ben nasıl uzağında olabilirdim ki? İmkansızdı bu. O bu kadar içimdeyken üstelik, uzak olmam biraz zordu. Canımdan çağırdım, duymuyordu beni.

Ben böyle dalmışken kendimle konuşmaya biri belirdi yanımda. Elinde kocaman bir bardak çay tutan garsondu. “Arkadaşlarınız size çay ikram ediyorlar” dedi. Bir uzattığı kocaman bardağa baktım, bir garsona baktım başımı kaldırıp, bir de ardıma dönüp baktım. Kimsecikler yoktu. Beklemediğim, çağırmadığım en alakasız kişi gelmişti. Boş bulunmuştum ve çok korkmuştum. Şüpheyle elindeki bardağı alırken garsonun nereden gelmiş olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum.

Öyle dalmıştım ki yine düşüncemin derinine, herkesler, her şeyler silinmişti etrafımdan. Öyle yürekten çağırıyordum ki özlediğimi, kimseleri göremezdim.

Çayımın şekerini karıştırırken tekrar dönüp ardıma baktım. Karanlıkta oturan arkadaşlarımı görmüştüm nihayet. Görmeseydim kendimden şüpheye düşecektim. Gerçekten Ortaköy Sahiline yalnız geldiğimi falan düşünmeye başlamıştım.

Bir yudum aldım çayımdan. Sıcaktı. Gecenin soğuğuna karşı ısıtmazdı ama en azından ağzımda güzel bir tad oluşurdu sıcaklığıyla. Koca bardağı yudum yudum içtim sevgimmiş gibi gülümseyerek. O gelemese de benimleydi işte. Huzurumdu o benim.

Çayımı içene kadar sabırla beklediler arkadaşlarım beni. Isınmak için birbirlerine sokulmuşlardı. Ben, belki de bu soğukta, denizin kenarında oturmamla çok anlamsız geliyordum şu dakikalarda onlara. Yazdığım yazılarda anlamsız geliyordu zaten çoğu defa. Aldırmadan keyifle içtim ben çayımı. Madem benim için gelmiştik buraya, tadını çıkartmalıydım.

Çayım bitince son kez gökyüzünün lacivertliğine baktım, geçip giden gri bulutlara, yıldızların parlaklığına, köprünün uzaktan gözüken asaletine, kız kulesine, her şeye her şeye baktım. Unutmak istemediğim her şeye baktım. Bu geceyi sevmiştim. Canımdan, yüreğimden çağırdığım gelmemişti ama yine de bu geceyi sevmiştim. Ortaköy Sahilinde güzel bir gece geçiriyordum.

Onunla aynı havayı soluyordum. İçime çektim müthiş havasını. Vermese miydim geri nefesimi acaba?

Huzuru düşündüm. Bunu düşünmeliydim. Ve bana bu geceyi armağan eden arkadaşlarımı artık azad etmeliydim. Donmak üzereydiler. Bu gece için teşekkür etmeliydim. Ettimde elimdeki bardağı masalarının başındaki garsona uzatırken.

Yine görüşelim başka yerde başka zamanda dedim. Sevgimle kal ve ...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“Biz hiç beceremedik Sevmeyi de Terketmeyi de”

Özgürlük mü Mutluluk mu ?