İstasyonun bir köşesinde Haydarpaşa yazıyordu

İstasyonun bir köşesinde Haydarpaşa yazıyordu. Herhalde bu istasyonun müdürünün adı dedi... Sofrada zeytin ekmek, bir baş soğan, tuz poşeti üstten parmakla açılmış, birazı etrafa saçılmıştı. Yavan somun ekmeğin sert kenarını çeke çeke yiyordu. On kardeş bir sofrada yerler, kalanı ise anneleri yerdi. Babası kahveden çıkmaz; daha dün inşaatlarda işler durdu diye kapı dışarı edilmişti. En küçükleri Yusuf`un gözünde çıkan sivilce patlamış, akan cerahattan gözü kapanmıştı. Yeşil kart çıkartmaya gitmiş ağabeyi onu da becerememiş, gelirken kamyondan yoksullara paket dağıtanlara rast gelmiş kapmıştı bir paket, ancak kalabalığın içerisinde ayağına da çivi batmıştı. Bulduğu bir bez parçasıyla sarsa da acısından kıvranmıştı bir müddet. Bu akşam çok soğuk dedi annesi. Yere serilen pamuk yatağın içerisinde üçü, beşi sokulup yattılar. Yakacak odun kömür dağıtımı vardı ertesi günü, annesi ismini yazdırmıştı, sıra gelirse alacaktı. Şimdilik idare edin yarına Allah kerim dedi burnunu çeke çeke.


Gece geç saatlerde uyurlarken babaları daldı kapıdan içeri. İçmiş içmiş masalara vuruyor, eline geçeni savuruyordu. Ağzından çıkan sözler ise ağza alınmayacak sözlerdi. Hepsi gözlerini açtılar. Zavallı annesinin saçlarından tutmuş odanın içerisinde evire çevire dövüyordu. Ufak olanlar ağlaşıyorlar, annelerinin eteğine sarılıyorlardı. Büyük ağabeyi babasının üzerine yürüdü annesi bırakmadı. `Yapma oğlum senin babandır, ne yaptığını bilmiyor, sarhoş` dedi. Sonra sızdı kapının arkasına sarhoş babaları. Kadem ortancalardandı. Yaşı daha henüz on iki. Annesinin yanaklarını sildi. Göz kapaklarından öptü. Saçlarını okşarken eline kan bulaştı. Pamuk da yoktu, biraz kolonya olsaydı ne olurdu sanki. Yüreğindeki ana sevgisi üstün geldi, komşudan kaptı aldı bir şişe tentürdiyot. Eski tülbendini doladı parmaklarına, sonra sürdü kıpkırmızı tentürdiyodu annesinin aklarla karışık siyah saçlarına. Canı yansa da annesinin gözleri doldu boşaldı, evlatlarının yanında gurur yaptı büyüklüğünü, sonra döndü evlatlarına;


-Ne varımış bunda, olur böyle şeyler hadin bakalım herkes yatağına, dedi.


Kadem kafasına takmıştı o gece bu memleketten gitmeyi. Büyüdü bir an kocaman oldu. Duyguları ise şaha kalktı yılkı atının dizlerindeki dermanı gibi hissetti bacaklarında. ` Kim dur der bana artık. Bir gün, elbet bir gün kurtaracağım ailemi yoksulluktan ve zengin olup döneceğim yuvama. Annemi de dövmeyecek babam, saçları her gün topak, topak yolunmayacak` dedi.


Sabah buz tutmuştu yolları. Camdan baktı bir müddet sokakta kayanlara. Sonra bacalarından siyah dumanlar tüten evlere daldı gözleri. Annesi başını gözünü sarmış yaşmağını girdi kapıdan içeri. `Sular donmuş komşudan ödünç su almaya gittim. Bugün sizleri cimdirecektim ancak hele şu kömürü alalım da sonra` dedi. İçi cız etti Kadem`in. Bugün tren istasyonunda elveda diyecekti yuvasına, annesi duyunca kim bilir nasıl figan edecekti. Kazağının kolunun ucunu mendil yapıp sildi gözlerinin yaşını. Sonra çekti ayağına yün çorapları. Lastik ayakkabısını temizledi taktı ayağına. Ağabeyinin bir ucuna mazot bulaşmış montunu gizlice yürüttü, sırtına taktı. Arkasına bakmadan tren istasyonuna doğru yol almaya başladı. - Doğu ekspresi kaçta gelir, diye sordu kavanoz tabanı kadar kalın gözlükleri takmış biletçiye. - Onbiri beş geçe gidiyor. Paran vardır bilet almaya? - Ben değil giden, misafirimiz sordu` dedi, oradan uzaklaştı. İstasyonun uç noktasında beklemeye koyuldu. Tren`in acı çığlığı duyuldu. İstasyona girdi, yolcular bindi birer birer. Tren hareket etti yavaş yavaş. Koştu hemen var gücüyle tabana kuvvet. Bir vagona atladı arkasına bakmadan. Tren gidiyor, mahallesine doğru bakıyordu. Karşılardan birini gördü. Küçük kardeşi Hasan`a bir dede ekmek uzatıyordu. Ne Hasan onu gördü, ne o Hasan`a elveda kardeşim diyebildi. Ya şimdi dedi, akşam olunca babası bir çocuğa sahip çıkamadın deyip yine annesini dövecekti. Acaba atlasa mıydı bir sonraki istasyonda trenden. Sonra düşündü, düşündü, düşündü. Kendini kurtaracaktı önce, sonra ailesini. Yoksulluktan nasıl kurtuluruz başka dedi, vazgeçti. Yoruldu düşünmekten. Uyku sıkıştırdı. Gözler mahmur mahmur, daldı derin uykulara. Akşam vakti trenin düdük sesine uyandı. Vagonların kapıları açılıp kapanıyordu. Bekçinin düdük sesini duyunca ödü kopuyordu. Kafasını uzattı aradan baktı etrafa. İstasyonun bir köşesinde Haydarpaşa yazıyordu.


Herhalde bu istasyonun müdürünün adı dedi. Rayların üstünden hoplaya, zıplaya, garın içine daldı. Gözlerine inanamadı, ne büyük bir istasyon dedi. Cebindeki bozuk paralarla bir simit alabildi. İlaç gibi gelmişti. Ama karnını doyurmaya yetmedi. Geniş merdivenlerden yavaş yavaş inerken bir yandan da etrafına bakıyordu. Aman Allahım dedi, bu da ne? Karşısında deniz vardı. İçinde kocaman binalar vardı. Hem de yüzüyor, o da ne dedi. Araba, kamyon girenleri bile var içerisine. Daldı bir kenardan içeri, kimseler sezmedi. Güvertenin en ucuna gitti. Kuytu bir yere kıvrıldı. Rüzgar dizlerine vuruyordu. Karşılara baktı kocaman bir şehir duruyordu kıyılarda. Ucu bucağı yoktu. Şaşkınlığından üşüdüğünün farkında değildi bile. Araba vapuru sahile yanaştı. Kocaman bir halat attılar, sahilde duranlar çekiyordu. Sonra karıştı kalabalığın içerisine. Asfalt yolda buldu kendini. Tabela üzerinde


Beşiktaş Büfesi yazıyordu, parka doğru yürüdü, karnı çok açtı…Ayak parmakları donmuştu, ovuşturdu bir müddet, ısınmadı yine de. Parkın köşesinde çocuklar gördü. Ateş yakmışlardı, hemen koşa koşa yanlarına vardı. Ateşe doğru uzandı, ellerini uzattı. Çocuklardan biri omuz attı, yıkıldı yere. -Bana bak sen yabancısın galiba buralarda dedi.


-He ya dedi. Uzun yoldan geldim de, çok üşümüşüm.


Gülüştü etrafındakiler, arap yüzlü bir çocuk haşin haşin baktı tek kaşı yukarda.


-Bana bak senin halin iyi değil, sahiplenenin olmazsa üç günde donmuş bulurlar seni bir köşede. Kafasını öne eğdi, masum masum baktı etrafına..


-Ama ben çalışmak istiyorum…


Yine gülüşmeler başladı etrafında, Hep bir ağızdan:


-Biz deeeeeeeee…dediler.


-Bana bak evlat dedi arap yüzlü. Anlaşılan çocukların lideriydi. Sana etsek etsek biz yardım ederiz, takıl bize dediler…


O gün çarşı pazar takıldı diğer sokak çocuklarına. Nerden geldiğini anlamadığı yiyeceklerden yedi, karnı doydu. Otobüs terminalinde de ısındılar. Bir ara kenarda şekerleme bile yaptı. Sonra saçlarını çeken çocuklardan birinin sesi ile irkildi. Akşam olmak üzereydi. Kadem etrafında olanlara anlam veremiyordu. Ancak bu haylaz çocuklar kendisine yardım ediyordu. Mutlu hissetti kendini bir an.


Üç beş çocuk birlikte yola düştüler. Bir tarafı yıkılmış surların kenarında yürüdüler bir müddet. Sonra mağara gibi bir yere girdiler. İçeri girdiklerinde etraf karanlıktı, gözleri karanlığa bir müddet sonra alıştı. Çocuklardan biri gaz lambası yaktı. Etraf aydınlandı. İçeride pis bir koku vardı, rutubet genzini yakıyordu, nefes alamıyordu. Öksürmeye de başlamıştı. Çocukların en büyüğü elinde sigara etrafa tüttürüyordu. Bir küçük bir tabureye oturdu. Bir kaşını kaldırdı havaya. Döndü Kadem`e;


-Bana bak yavru çocuk. Ekmek elden, su gölden yazmaz bizim kitabımızda.Yarın sen de çalışacaksın.


Sevindi bir an, işe girecekti herhalde. -Elbette ne iş olsa yaparım, bak pazılarım ne kadar büyük değil mi, dedi.


Etrafta gülüşmeler başladı.


Tam o sırada çocuklardan biri poşeti kafasına geçirmiş bas bas bağırıyordu. Yardım etmek istedi diğer çocuklar kolundan tuttu.


-O kafa buluyor dokunma, dedi.


-Ne ki o, nasıl yani kafa bulmak?


-Öğrenirsin ileride büyüyünce, dediler.


Anlaşılan oydu ki bali çekiyordu. Yapıştırıcıları poşete döküp koklayarak kendinden geçiyorlardı.


Kadem akıllı çocuktu. Düşündü kendi kendine bu pisliklere niye bulaştım, kaçayım hemen buradan dedi. Ayağa kalktı. Bunu sezen arap yüzlü büyükleri suratına bir şamar attı. Kadem yere yuvarlandı ağlamaya başladı.


-Anne!… Anneeee.. beni dövüyorlar, anne!….


Ayağa kalktı, koşmaya başladı, çocuklar da peşinden kovalıyorlardı. En sonunda onları atlatmayı başardı. Nefes nefese koşarken bir ihtiyar kolundan yapıştı.. -Dur hele yavrum, neye koşuyorsun sen? Korkma gel bakim, senin elin ayağın buz kesmiş...


Rengi sapsarı olan Kadem ihtiyar`ın sıcak ellerinin içerisinde ellerinin ısındığını hissetti. İhtiyar


az çok anlamıştı Kadem`in evinden kaçan bir çocuk olduğunu. Onu evine götürdü. Sıcak sobanın etrafında temiz giysiler giyip oturdu. İhtiyar bir güzel banyo yaptırdı ona. Sonra Kadem`den anlatmasını istedi. Kadem anlattı başından geçenleri...


-Bana bak yavrum dedi. Allah senin yardımcın olsun. Yaşın pek ufak. Seni alıkoydum diye beni de mapusa atarlar sonra bilir misin, dedi.


Kadem şaşırdı. Doğruydu ihtiyarın dedikleri, yaşı henüz küçüktü.


-Hele yat bakalım bu gece, yarına Allah kerim, dedi.


İhtiyarın da dünyada kimsesi yoktu. Kadem`i görünce kanı kaynamıştı. Onu yıllar önce kaybettiği torununa benzetti. Torunu kan kanserinden ölmüştü. Onu yaşatmak için çok çaba harcamış, ilik nakli gerekmiş, ancak bulamadığı ilik yüzünden torunu ebediyete intikal etmişti. Sabaha kadar ihtiyarın gözüne uyku girmedi. Sabah olunca Kadem`i dizinin dibine çekti anlattı bir bir.


-Bana bak Kadem. Sana ömrüm yettikçe bakarım, yalnız soranlara torunuyum diyeceksin. Evden işe işten eve gideceksin. Elimden geleni yapacağım. Sonra ayaklarının üzerinde durabilmeye başlayınca ailene sahip çıkacaksın tamam mı, dedi.


-Tamam dedeciğim, Allah senden razı olsun dedi.


İhtiyarın bir ayakkabı tamir dükkanı vardı. İşler eskisi kadar olmasa da idare ediyordu. Sadece onu tanıyan müşterileri gelse evini geçindirirdi. Derme çatma dükkanda çalışmaya başlayan Kadem kısa zamanda ayakkabı tamirini de öğrendi. Gece gündüz çalışarak tamir işlerini iyice öğrendi. İhtiyar da artık rahat bir nefes alabiliyordu. Yükü kaldıran Kadem, ayakkabı siparişi bile almaya başlamıştı. Toptancıdan aldığı ayakkabıları müşterilere pazarlıyor. Oradan da para biriktiriyordu. Aradan geçen yılların ardından Kadem on sekiz yaşını doldurdu, tığ gibi delikanlı oldu. Biriktirdikleri parayla ana caddede bir dükkan tuttular, iki sene sonra mağazaya dönüşen dükkanda ihtiyar da kasada


parasının hesabını iyi tutuyor, para artırmaya devam ediyordu. Kadem büyümüş, askerliği gelmiş çatmıştı. Kendisine en yakın askerlik şubesine giderek son yoklamasını yaptırdı. Kasım celbinde askere alınacaktı.


İhtiyar`ın hali eskisi gibi pek iyi değildi. Şeker, kalp, tansiyon derken bitkin haldeydi. Akşam evde otururken ihtiyar Kadem`e dönerek.


-Bana bak evlat, git bir an evvel askerliği yap da gel, seni evereyim. Dünya gözüyle mürüvvetini göreyim. Bu dünyadan o zaman gözüm açık gitmem, dedi. -O nasıl söz dedeciğim, evvelallah sen daha nice yıllar yaşayacaksın, dedi.


Kadem, bir trenin vagonunda geldiği Haydarpaşa garından şimdi askere gidiyordu. İhtiyarın gözleri dolmuştu. Sarıldı boynuna Kadem`in...


-A benim garibim, a benim gurbet kuşum, yavruuuummm... Güle güle git gel. Allah yardımcın olsun. -Dedeciğim kendine iyi bak...İlaçlarını da ihmal etme anlaştık mı, dedi Kadem.


Vedalaştılar. Lokomotifin kazanından etrafa yayılan buhar ve duman kokusu içinde raylar hareketlendi. Tren gidiyor, ihtiyar el sallıyordu. Trenin camından boynunu uzatıp el sallayan Kadem`in gözlerinden akan yaşın haddi hesabı yoktu.


Kadem on sekiz ay süren vatan borcunu tamamlayıp İstanbul`a döndüğünde, ihtiyar ağır hasta yatıyordu. Kadem`i gören ihtiyar birden gözlerini açtı. -Kademim canım yavrımmm…Şükür kavuşturana...diyordu..


Kadem askerden döndükten mahallelerinde tanışıp sevdiği Nilüfer ile evlendi. Çocuğunun kırkı çıktığı gün ihtiyar hipertansiyona yenik düştü. Hastaneye kaldırdılar, ancak beynine sıçrayan kan tıbben ölümünü yol açmıştı. Kadem`e analık babalık yapan ihtiyarı Zincirlikuyu Mezarlığı`nda toprağa verdiler.


İhtiyar sağlığında iken mirasını ona bırakmıştı. Kadem işi gücü olan, orta direk hali vakti ile ele güne muhtaç olmadan yaşayacak bir yaşantıya kavuşmuştu. İhtiyara her gün fatihalar okuyor, onu her bayramda mezarında ziyaret ediyordu. İhtiyar sağlığında ona bunu vazife kılmıştı. `Ben ölürsem mezarımda okuyacağın her dua sana olan hakkımın helalidir` derdi. İhtiyar bu dünyadan ebediyete intikal etse de, geride hayatını kurtardığı bir torun sahibi de olmuştu. O gözleri açık gitmemiş, Kadem`in mürüvvetine de tanıklık etmişti. Kadem bir gün evde oturup düşünürken, memleketi geldi aklına. Anası, babası kardeşleri burnunda buram buram tüttü. Kaçıp kurtuldumsa, bu mudur mertlik delikanlılık dedi. Eşini çocuğunu da alarak memleketine gitmeye karar verdi. Ulusoy Turizm`in konforlu O404 otobüsü ile koyuldular yollara. O dağ, bu dere, şu ova derken memleketine vardılar. Tren istasyonuna uğramak istedi. Taksiyle oraya geldiğinde trenin arkasından koştuğu yerde durdu, eşini bağrına bastı;


-Bak işte, ben buradan yola çıkarken daha küçücüktüm. Geride dokuz kardaşımı bıraktım. Onları şimdi görmek nasip oldu, şükür Allah`ıma dedi...Gözleri doldu bir an.


Mahallelerine geldiklerinde tanıdı komşuları Rıfat amca...


-Ula sen Kadem değil misin? Seni hınzır nerelerdeydin bu zamana kadar?


Hemen sarıldı ellerini öptü. Rıfat amca da ona sarıldı.


-Gurbetteydim...Amca bizimkiler nerdeler diye sordu.


Kafasını öne eğdi Rıfat amca...


-Oğul ne sen sor ne ben anlatayım. Sen gidenden sonra eviniz yandı. Babanı çıkaramadılar evden, kardeşlerinden ufak olanlar dumandan boğulmuş, şu an hayatta bir büyük ağabeyin,iki ufak, bir de bacın Zeliha kaldı. Onlar da Adana`ya göçtüler diye duydum dedi.


Başından kaynar sular akan Kadem, şaşkınlıktan hüngür, hüngür ağlıyor…Yalaaaannn diye bağırıyordu. Eşi zor zaptetti. Yere yığılan Kadem bir süre baygın kaldı, etraftan gelen kolonya ile ayıldı. Rıfat amcanın evine konuk oldu o akşam. Ertesi gün Adana`ya doğru yola çıktılar. Sora sora Bağdat bulunur derler, onlar da sora sora bacısı Zeliha`nın evini Pozantı Tren İstasyonu`nun yanında buldu. Kapıda yalınayak bir çocuk toprağı eşeliyordu. Bacısına çok benziyordu. Annenin adı ne senin demeye kalmadı, Zeliha`nın çığlığı duyuldu.


-Kardaşımmmmm, kardaşımm benim Kademmm... Sen mi geldin..Nerelerdesin hayırsız…


Seni aradık bulamadık, vefasızlık bu kadar mı olur? Bizleri boynu bükük koymak böyle mi olur? Sarıldı ağladılar ikisi de, iki bacı kardeş. Kadem`in eşi de tutamadı bu manzara karşısında kendini, onun da gözünden akan yaşın haddi hesabı yoktu.


Evlerine vardılar, sofra kurdu Zeliha bacısı onlara. Dertleştiler uzun müddet...Akşam Zeliha`nın eşi de geldi eve. Kadem bütün bu olayların karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Hayatın içinde yol alan zaman insanoğluna neler yaşatıyordu. Ne acılar bir kalem gibi çiziliyordu hayat defterine. Bir anda yetmiş yaşında gibi hissetti kendini. Zeliha`nın yüzüne baktı saatlerce. Bacısı ne kadar da benziyordu annesine, onun gibi kokluyor, onun gibi soluyordu sanki. Gözleri açılmıştı kocaman, yerinden fırlayacaktı sanki. Nasıl çırpınıyordu, yuvasında yavrusuna yiyecek taşıyan serçe gibiydi. Zayıftı, elmacık kemikleri çıkmıştı, ağlarken çığlık atışı bile annesiydi sanki...


Annesini sorduğunda ise aldığı yanıt ürkütücüydü. Annesi yangından sonra akıl hastanesine düşmüştü.


İki yıl yatmış, verilen iğnelerin yan etkisi sonucu hayata veda etmişti. Kadem iyice yıkılmıştı. Diğer kardeşlerini de buldu. Ağabeyi de evlenmişti. En ufakları ise ağabeylerinin yanındaydı. Ağabeylerinin evine gitmişler, ancak kapıyı açmamıştı. Benim öyle bir kardeşim yok demişti. Çok çaba harcadı, ancak barışmaya yanaşmadı. Kardeşlerini gördü, onları birer çiçek gibi koklayıp öptü. Onlardan defalarca özür diledi. Onları İstanbul`a davet etti. Yanıma gelin tamam mı dedi. Onlar da başlarını sallıyorlar, bir yandan da ağabeylerinden yana çıkıyor, pek sıcak kalamıyorlardı.


İstanbul`a geri dönen Kadem`i yıllar sonra ağabeyi de affetti. Kadem işini büyüttü, atölye açtı, kardeşlerine de iş verdi. Onları ele güne muhtaç etmedi. Kadem sözünü tutmuştu. Ancak hayat filmini istediği gibi oynamıyordu. Takılıyordu kamera bir yere. Oradan dönmüyordu başka bir yere. Film bitmeye yakın stop sesiyle irkiliyordu. Ne yaparsın garibim dedi kendi kendine...


Hayatta ne ekersen onu biçersin dedikleri gibi ekilmeden biçilmiyor. Bizim ekinlerimiz topraklarında güzel büyür. Yabana atmaz kimseler canı bildiklerini, ancak yabana atar yoksulluk bir de fakir bildiklerini kader. Bizim kaderimiz çizilmek için değil gülüm dedi Zeliha`ya, yaşanmak için yazılmış.


İnşallah nice mutlu yıllara kavuşmak nasip eder bize yaradan; bizden sonrakilere de bu acıları yaşatmadan. Kadem`in hikayesi bitti. Ancak film sahneleri yine çekilmekte aynı yerlerde, hem de daha isotlu.


Yaşatmak için yaşayan insanlara duyulan ihtiyaç kadar, yaşamak için çaba da harcamak gerek.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“Biz hiç beceremedik Sevmeyi de Terketmeyi de”

Özgürlük mü Mutluluk mu ?