Defalarca Yenildim Bu Yüzden Başardım

Ben mesleğimi çok hata yapmam sayesinde öğrendim. Hata yapma özgürlüğüm olmasaydı kesinlikle bu kadar yol kat edemezdim. Benim şansım, araştırmacılığı öğrenirken içinde bulunduğum ortamın da buna izin vermesiydi. Üstelik bu hataları müşterilerimle paylaşarak ilerledim. Bu açık ve şeffaf davranışım, müşterilerimde kızgınlık yerine güven oluşturdu. Bunu fark ettikten sonra kendime güvenim daha da arttı.

Daha sonra çalışma arkadaşlarımın yaptıkları hataları görünce bu hataları çok değerli bir fırsat olarak görüp bunları şirketin bütün çalışanlarıyla paylaşmalarını istemeye başladım. Yemedi :)) Hata yapmanın değil hatayı gizlemenin “ayıp” olduğu bir anlayış bütünlüğüne gelemedik.

Aslında bu tutumumuz, hem çalışanlarımızla hem müşterilerimizle açık, şeffaf ve öğrenmeye dayalı bir ortamın oluşmasını sağlayacaktı. Araştırma sunumlarında “Biz bu araştırmanın bu sorusunu yanlış kurgulamışız, bunun cevaplarını dikkate almayın.” dediğimiz zaman hem kendimizi daha iyi hissedecektik hem de müşterilerimizin bize daha fazla güvendiğini gözlemleyebilirdik.

Bu davranışımı “Hatasız kul olmaz, insanları kırmayalım.” türünden hümanist bir yaklaşımdan ziyade bugünün şirketlerinin başka bir anlayışla yönetilemeyeceğini, hataya hoşgörü göstermenin olmazsa olmaz bir yönetim anlayışı olduğunu sezgisel olarak kavradığım için böyle davrandım.

Sadece araştırma yapmayı değil insan yönetmeyi de hata yaparak öğrendim.

Her şeyi deneyerek öğrenemeyiz elbette. Bizden önce hata yaparak öğrenmiş olanların deneyimlerinden öğrenmek de seçeceğimiz en akıllı yoldur. Bu özellik herkeste bulunmuyor. Çok az insanın başkalarının deneyimlerinden öğrenme yeteneği var. Çoğunluk böyle bir akıl gösteremiyor.

Başkalarının hatalarından öğrenmek bir erdemdir. Bazılarımız bu erdeme sahibiz. Ben şahsen böyle bir akıl sergileyenleri gerçekten takdir ediyorum. Bireysel olarak bir erdem olarak kabul ettiğim bu davranışın, şirketler için de bir kültür olması gerektiğine inanıyorum. Yapılan hataların açıkça paylaşılması ve organizasyonun yapılan bir hatayı bir daha tekrar etmemesi için ciddi önlemler alması gerektiğine inanıyorum. Toplam kalite uygulamalarının da aslında bu yöntemin kurumsallaştırılması olduğuna inanıyorum.


Hata yapmadan öğrenmek neredeyse mümkün değil.

Fakat çoğumuzda hata yapma korkusu var. Bazılarımız da oldukça sıkıntılı ve bazen patolojik bir duruma kadar varan mükemmeliyetçilikten muzdarip.
Aile içinde ve eğitim hayatımızda “hata yapmayan mükemmel insanlar olmak” için koşullandırılırız. Yeni bir şey denememiz çok desteklenen bir durum değildir. Oysa hayat hata yaparak öğreniliyor. İnsan, kendi yolunu hata yaparak buluyor.

“Yer çekimi yasasını, kendi üzerinde, balkondan atlayarak test etmek” gibi bir çılgınlığa varmamak koşuluyla çocuklarımızın kendi yollarını -deneyip yanılarak -bulmalarına destek olmalıyız. Aksi takdirde en fazla bizim yaşadığımız deneyimlere, en çok bizim gittiğimiz yere kadar ulaşabilirler.

Michael Jordan’ın “Failure” isimli Nike reklâmında “Defalarca yenildim, bu yüzden başardım.” dediği gibi ancak hata yaptıktan yenildikten sonra başarabiliriz.
Leonardo sadece dünyada yapılmış en iyi resimler arasında sayılan “Mona Lisa” ve “The Last Supper” gibi eserleri yaratan bir ressam değil aynı zamanda önemli bir mucitti de.

Onun çok farklı alanda, zamanının çok ötesinde buluşlar yapmasını sağlayan birinci ilkesi, çocuksu merakını korumak; ikinci temel ilkesi de hatadan korkmadan deneye-yanıla öğrenmekti.

Çocukların sosyalleşip de cesaretlerinin kırılmaya başlamasından önceki yaşlarında hızlı öğrenmelerinin en önemli sebebi hata yapmaktan korkmamalarıdır. Çocuklarda ne hata yapmaktan korkma ne de hatadan utanma vardır. Bu davranış onları inanılmaz bağımsız, cesur ve yaratıcı kılar.

Büyüdükçe sosyal kaygılarımız , statü endişemiz artar ve “karizmayı çizdirmekten” eleştirilmekten korkar oluruz. (Alain de Botton)
Hata yapma endişesiyle kendimizi bastırıp deneme güdümüzü törpüler, kendimizi kilitleriz.

Halbuki bugün bilimsel ya da sosyal alanda dünyanın kaderini değiştirmiş bir çok mucit ve kahraman ne “mükemmel” ne de “hatasız” insanlardı. Örneğin Edison dokuz yüz doksan dokuz denemeden sonra 1000. denemesinde ampulü bulmuş, ilk dokuz yüz doksan dokuz başarısız denemenin ya da başka bir deyişle “hatanın” aslında kendisini son aşamaya götüren öğrenmeler olduğunu söylemişti.

Ralph Keyes ve Richard Farson, “İnovasyon Paradoksu” isimli kitaplarında inovatif bir şirket olmak için oldukça fazla hata yapmak gerektiğini savunuyorlar.

Hata yapma oranı yüksek şirketler daha çok inovasyon yapıyorlar çünkü çok hata demek çok denemiş olmak demektir.

IBM’in kurucusu Tom Watson, IBM’i kurduğu ilk yıllarda, “başarılı çalışmalara imza atmak için yapılan hata oranını ikiye katlamak gerektiğini” söylemişti. Watson’nun kendisine bağlı bir yöneticisinin, on milyon dolara mal olan bir hatası karşısında “Hata yapan yöneticimi işten atacak kadar zengin değilim. Her hata bir tecrübedir. Biz de bu kez on milyon dolarlık bir ders aldık.” demesi kurumsal dünyada kulaktan kulağa yayılmış bir efsanedir.

Hatayı hoş görmeyen şirketlerde herkes en kestirme ve en bildik yoldan iş yapar. Kimse yeni bir yol denemeye cesaret edemez. Kimsenin inisiyatif kullanmadığı şirketlerde ise "Evet, efendim." diyen çalışanlar çoğalmaya başlar. Öğrenen ve birlikte yaratan bir şirket kültürü yerine "itaat kültürü" yerleşir.

Bugünün hiper rekabet ortamında, şirketi değişen zamana uydurabilmek için hatalara hoşgörüyle yaklaşan, yapılan yanlışlardan öğrenmeyi bilen akıllı organizasyonlar kurmamız gerekiyor.

Şirketlerin çoğunda uygulanan, “başarısızlığı cezalandıran, başarıyı ödüllendiren” anlayışın da içinde yaşadığımız zamanın ruhuna uymadığını düşünüyorum.

Bunun yerine deneme cesaretini, inisiyatif alma ve girişimcilik ruhunu yüreklendirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Bu da yöneticilerin başarı ve başarısızlığa karşı bakış açılarını değiştirmeleri gerektiği anlamına geliyor.

Hatalara hoşgörüyle yaklaşan bir sistem kurmak için suçlu-arama kültürünü (blame culture) ortadan kaldırmalıyız. Bir şirkette kimin suçlu olduğunun hiç ama hiç önemi yoktur. Bir hata yapılmışsa o hatanın bir daha yapılmamasını sağlamak gerekir. Suçluyu cezalandırmak değil. Her hatada bir suçlu aramak sadece çalışanlar arası mesafeyi açmakla kalmaz kimsenin risk ve sorumluluk almayacağı bir şirket ortamı yaratır.

Suçlu aramak yerine yapılan hataların neden ve nasıl oluştuğunu analiz etmeliyiz. Bunların bir daha tekrarlanmaması için, hataya neden olan temel sebebi ortadan kaldırmalıyız ve ilgili iş sürecini yeniden yazmalıyız. Mesela Toyota ‘da, hatanın kök nedenlerini bulana kadar beş kez “Neden?” diye sormak, her cevabı tekrar irdeleyerek bunun nedenini anlamak üzerine kurulu bir yöntem uygulanır.

Silikon Vadisi’nde “Başarısızlık burada hoşgörüyle karşılanır.” denmesi boşuna değildir. Dünyanın en inovatif insanlarından birisi olan Bill Gates, Da Vinci’den ilham alarak, “Yaratıcı ruhunun temelinde, her şeyi denemek güdüsü ve merakı” olduğunu söyler.

3M firmasında Post-it‘ler bir hata sonucu bulunmuştur. Çok güçlü bir yapışkan icat edilmek istenirken tam aksine en zayıf yapıştırıcı icat edilmiştir. 3M şirketi, eğer ArGe ekibini hatasından dolayı cezalandırsaydı bugün 3M firmasını dünyanın en büyük şirketlerinden biri yapan Post-it hayatımızda olmayacaktı.

Viagra ve teflon gibi daha birçok ürün hatalardan doğmuş başarı öyküleridir.

Poşetsiz elektrikli süpürgeyi icat eden James Dyson da, bu buluşundan önce 5.127 adet prototip yaptı ve her denemesinden bir şeyler öğrenerek elektrik süpürgesi sektöründe rekabetin yönünü değiştirdi.

Yapılan hataları fırsata dönüştürmek ve bu hatalardan öğrenen organizasyonlar yaratmak cesaret ve kararlılık istiyor.
Bütün bunları söylerken elbette çalışanların dikkatsiz ve sorumsuz davranma özgürlüğü vardır demek istemiyorum.

Hataya hoşgörüyle yaklaşan şirketler, inovasyonu destekleyen, iş süreçlerini iyileştiren, çalışanların kararlara katılımını sağlayan ve bağlılığın yüksek olduğu şirketlerdir.

Hatalardan bir "ortak akıl üretmek" ve bunu bir yaşam biçimi haline getirmek olağanüstü sonuçlar doğurabilir.
Hatadan korkup risk almamak yerine hata pahasına risk alma ve hatalardan öğrenme kültürünü yerleştirmeliyiz.

WalMart’ın efsanevi kurucusu Sam Walton’un dediği gibi kendimizi o kadar da ciddiye almayı bir tarafa bırakıp, hatalarımıza gülmeyi de öğrenmeliyiz. Hata yaptığımızda önce “kendimizle dalga geçmeyi” başarıp, sonra hatayı analiz edip, bu hatayı bir daha hiç yapmayacağımız önlemler almalıyız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“Biz hiç beceremedik Sevmeyi de Terketmeyi de”

Özgürlük mü Mutluluk mu ?