Böyle Gelmiş, Böyle Gider Mi?

"Sürdürülebilirlik" çoğumuza uzak bir kavram. Sadece bilim adamlarının ilgilenmeleri gereken, politikacıların kanunlar çıkarmaları gereken bir konuymuş gibi geliyor bize. Zaten bugüne değil, yarına ait bir kavram olduğu için çoğumuzun ilgi alanına giremiyor. Sanki bu konuda yapmamız gereken hiç bir şey yokmuş gibi geliyor bize. Sürdürülebilirliğe itirazımız yok ama sürdürülebilirlik adına yaptığımız bir şey de yok.

Bugünün ihtiyaçlarını karşılarken dünyanın kaynaklarını gelecek kuşaklar yararına nasıl koruyacağımız uzun yıllardır tartışma konusu oldu.
II. Dünya Savaşı sonrasındaki hızlı büyümenin ekolojik dengeyi bozması üzerine, 1960’lı yılların sonlarında sürdürülebilir kalkınma kavramı tartışılmaya başlandı.

Sürdürülebilir kalkınma, “bugünün ihtiyaçlarını karşılarken gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri imkanını, onların elinden almamak" olarak tanımlanabilir. (Birleşmiş Milletler, Brundlant Raporu, 1987)

Endüstri toplumu başından beri hep “daha çok”, “daha hızlı“, “daha iyi”, “daha gelişmiş”, “daha büyük ”olanın arayışı ile şekillendi. Arsız bir büyüme sonucu ortaya çıkan ürün bolluğu, beraberinde çevre kirliliği ve doğanın tahrip edilmesini getirdi.
Bu sebeple son yıllarda sadece post-modern hippiler değil, sıradan insanlar da “küçülmek” ve “sadeleşmek” amacıyla hayatlarını yeniden şekillendirmeye başladılar.

1986`da Roma’da Mc Donalds’ın açılışını, binlerce tabak İtalyan makarnası fırlatarak protesto eden Carlo Petrini önderliğindeki “Slow food”, sadece hazır yemek anlayışını protesto etmek ve sağlıklı sebzeleri tüketmeyi önermek amacıyla yapılmamıştı.

Slow food, yalnızca gıda değil hayatın her alanında daha yavaş olanı yücelten bir felsefedir;“doğu felsefesini yeniden keşfeden” daha “yalın” ama aynı zamanda daha “kaliteli” bir hayatı amaçlar.

Son yıllarda dünyanın farklı ülkelerinde yapılan araştırmalar, tüketicilerin artık daha çok tüketmek yerine yeterli bir tüketim özlemi içinde olduklarını ortaya koyuyor. Tüketiciler, ürünlerde daha fazla özellik değil sadelik istiyorlar. Çevreye ve kaynakların verimli kullanılmasına duyarlı olanların sayısı artıyor. Bilinçli tüketimi destekleyen birçok kampanya var ve bu kampanyaların arkasında sadece sivil toplum kuruluşları ya da dernekler değil markalar da yer alıyor.

Belki de tüketmeyi yücelten, tüketim toplumunu körükleyen anlayışın son dönemlerini yaşıyoruz. Daha fazla tüketmenin daha çok mutlu etmediğinin bilincine varıyoruz galiba. Siz ne düşünüyorsunuz?

“Yakın gelecekte, hepimiz arka bahçemizde sebze, meyve yetiştireceğiz.” demek istemiyorum. Önümüzdeki dönem, tüketim anlayışımızın yeni bir dengeye oturacağı bir dönem olacak demek istiyorum.

Tüketiciler, şirketlerden “sosyal sorumluluklarını” üstlenmesini ve her şeyi devletten beklemeden öncülük yapmasını talep ediyorlar. Her geçen gün daha fazla insan, şirketlerin ürettiği ürünlerin, geleceği de düşünen “çevre dostu tasarımlar” olmasını bekliyor.

Daha az enerji kullanan makineler, ampuller, çevre dostu deterjanlar, geri dönüşümlü ambalajlar her geçen gün hayatımıza daha fazla girecek. Öyle görünüyor ki, led ampuller, hybrid otomobiller yakın geleceğin yaygın tüketim ürünleri olacak.

Bu konuya yalnızca ürün tarafından değil, daha geniş bir perspektiften bakmalıyız. Sürdürülebilir kalkınma için,
• insanın doğanın bir parçası olduğuna inanan,
• doğayı bir kaynak deposu olarak görmeyen ve biyolojik çeşitliliği koruyan,
• ekolojik politikaların geliştirilmesini destekleyen bir anlayışı benimsemeliyiz.
Sürdürülebilir tasarımlar işte bu bakış açısıyla yaratılan ürün ve iş modelleri olarak karşımıza çıkıyor. Geleceğin pazarlama ve yönetim anlayışı hem sürdürülebilir bir dünyaya hizmet etmek hem de karlı ve rekabetçi olabilmek üzerine kurulu olacak.

John Grant, Yeşil Pazarlama Manifestosu isimli kitabında, çevre sorunlarıyla pazarlamanın birbirine karşıt olmadığını, aksine “çevre için iyi olanın, iş için de iyi olabileceğini” kanıtlayan bir çok örnek veriyor. Benzer şekilde Yale Üniversitesi‘nden, Daniel Esty “Yeşilden Altına” isimli kitabında dünyanın en karlı şirketlerinin aynı zamanda ne kadar çevreci olabildiğini anlatıyor.

Sürdürülebilir bir tüketim, sürdürülebilir tasarımla mümkündür.

Bugün bütün üreticilerin elinde sürdürülebilirlik anlayışını hayata geçirmek için sayısız imkan var.Sürdürülebilir tasarım, üretim-tüketim döngüsünün her adımında (yani hammaddeden-atıkların yönetimine kadar) sosyal, ekonomik ve ekolojik iyiliği gözeten ürün ve hizmetler üretmek” anlayışıdır.

Sürdürülebilir tasarım anlayışı ileri derecede bir “sorun çözme” tekniğidir.

Bu yüzden sürdürülebilir tasarım, çevre dostu üretim yapmak kadar,
• Üretimde kullanılan parçaların sayısını en aza indirmek,
• Modüler parçalara yönelmek,
• Kullanılan malzeme miktarını olabildiğince azaltmak
• Kaynakların akılcı ve verimli kullanılmasını sağlamak,
• Ziyanı, israfı, gereksiz çıktıyı önlemek, en aza indirmek, mümkünse ortadan kaldırmak,
• Çıkacak zorunlu atıkların miktarını azaltmak, dönüşümünü sağlamak,
• Her tür enerji kullanımını en aza indirmek demektir.
Sürdürülebilir tasarım, “akıllı tasarımlar” anlayışını içeren bir yaklaşımdır. Ürünlerin daha hafif, ergonomik tasarımını gerektirir.

John Grant, “eğer yeşil sorunlarla ilgilenmezsek otuz- kırk yıl içinde hiçbir pazarın kalmayacağını, dolayısıyla pazarlamanın da olmayacağını” söylüyor. Ve “sürdürülebilir bir büyümenin mümkün olması için, şirketlerin kendi etki alanlarına (ekosistemlerine) bütüncül olarak bakması gerektiğinin” altını çiziyor. Böyle bir bakış açısıyla, sürdürülebilir bir ürün tasarlamak, kendimizle “yüzleşerek” ve “işleri bugüne kadar yapmadığımız şekilde yapmak" anlamına geliyor.

İnsanları düşünmeye ve birbirlerini uyandırmaya teşvik etmemiz lazım. Sizin, bizim, hepimizin "sürdürülebilirlik" kavramına sahip çıkmamız lazım. Bu konuyu sokaktaki insanın gündemine sokmadığımız takdirde çözmemiz mümkün olmayacak.

Sürdürülebilir tasarım, sürdürülebilir yönetim, sürdürülebilir bir ekonomi herkesi, hepimizi ilgilendiriyor. Böyle gelmiş ama böyle gitmeyeceği kesin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“Biz hiç beceremedik Sevmeyi de Terketmeyi de”

Özgürlük mü Mutluluk mu ?