Kayıtlar

Bugünün Çalışanlar Ne İsterler?

Bir organizasyonun amacı, insanların tek başlarına katiyen elde edemeyecekleri sonuçları, bir araya gelerek elde etmelerini sağlamaktır. Bu ancak insanların iyi ve güçlü özelliklerinin, bir lider tarafından ortaya çıkartılmasıyla mümkün olur. Şirketlerin var oluş nedeni insanların sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarmaktır. Peki, sizin çalıştığınız ya da bildiğiniz şirketler bunu tam anlamıyla gerçekleştirebiliyor mu? Ne kadarını gerçekleştiriyor? Sizce bu şirketler, çalışanların en iyi özelliklerinden yararlanmasını biliyor mu? Peki, ne yapılırsa çalışanların katkısını en üst noktaya çıkarmak mümkün olur? Ne yapılırsa çalışanlar gönüllü olarak kendilerini işe verirler? Google’da çalışanlar mesainin ortasında yüzme havuzuna gidebiliyorlar. Evcil hayvanlarını işe getirebiliyorlar. Ofiste bilardo ya da bilgisayar oyunu oynayabiliyorlar. Google’un yaptıklarını, bugün her şirket kolaylıkla yapamaz elbette, ama Google bize sanayi sonrası toplumunda şirketlerinin nasıl olacağını gösteren ca

Tazelenmek İçin Terk Etmesini Bilmek Gerekir

Çocukluğumuzdan beri bizlere zorluklarla mücadele etmek, ısrarcı olmak, vazgeçmemek, pes etmemek gerektiği öğretildi. Hatta bir kısmımıza sorgulamanın, düzene çomak sokmanın günah olduğu… Karşımıza imkansızlıklar çıktığında bile mutlaka bir yol bulmak zorunda hissediyoruz kendimizi. Bütün kahramanların öyküleri mücadele üzerinedir. Onlar böyle yaptıkları için kahraman olmuşlardır. Biz de onların nasıl kahraman olduklarını çok iyi öğrendiğimizden, hepimiz kahramanlığın “asla vazgeçmemek” olduğunu biliriz. Üstelik hepimizin buna benzer öyküleri vardır. Hepimizin, kendi çapında “kahramanlıkları” vardır. Kahramanlığın ne olduğunu biliriz. Direnmek, dayanmak, vazgeçmemek, pes etmemek bilinçaltımıza kazınmıştır. Fakat hayat her zaman direnmekle yaşanmıyor. Öyle anlar, öyle durumlar var ki artık gerçekçi olmak ve o işin olmayacağını, o ilişkinin yürümeyeceğini kabul etmek gerekir. Kabul etmek ve vazgeçmek gerekir. Ama vazgeçmeyi gerektiren o zamanı bilmek hiç de kolay değil. Çünkü atalarımız

Aşikar Olanı Görmek Çok Mu Zor?

Meşhur soba borusu fıkrasını bilir misiniz? Fizikçi, matematikçi, kimyacı ve jeologdan oluşan bir ekip bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Bilim adamları hemen yakındaki bir eve sığınırlar. Ev sahibi misafirlere bir şeyler ikram etmek için mutfağa gider. Bu arada hepsinin dikkati ortada duran sobaya toplanır; çünkü soba yerden bir metre kadar yukarda, üst üste dizili taşların üzerinde durmaktadır. Üstatlar sobanın neden taşların üzerinde durduğu hakkında tartışmaya başlarlar. Kimyacı, "Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış olmalı.” der. Fizikçi, "Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiştir.” diye iddia eder. Jeolog, "Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış olması daha muhtemeldir.” diye bir açıklama getirir. Matem

On Adımda Yalın Çözüm

Siz bilgisayarınızın bütün özelliklerinden yararlanıyor musunuz? Peki televizyonunuzun her işlevini kullanıyor musunuz? Bırakın işlevlerini TV kanallarının hepsini izlediniz mi? Kim bilir evinizdeki bulaşık makinesi ya da çamaşır makinesinin kullanmadığınız ne çok özelliği vardır. Acaba bilgisayarların kullanmadığımız özelliklerine para vermeseydik bunları ne kadar ucuza satın alırdık? Hayatımıza giren ürünlerin işimize yaramayan ne kadar çok özelliği var ve çoğu ürün ne kadar karmaşık. Siz de benim gibi elektronik aletlerin kullanma kılavuzlarını çok karmaşık buluyor musunuz? Kullandığımız aletler daha yalın, daha sade, daha basit olsaydı hayatımız daha kolay olmaz mıydı? Bunu yapabilen bazı markalar var. Bunlar tüketicilerin beklentileini daha iyi anlıyor, ürünleri daha sade bir şekilde sunmanın yollarını ustaca buluyor. Mesela Google ana sayfasını düşünün, bu sayfada sadece bir pencereyle karşılaşıyorsunuz ve içine bir soru yazıp gönderdiğinizde bir saniyeden daha kısa bir sürede on

Bir Çalışan İşe Gelirken Evden Ne Getirmelidir?

Bugüne kadar yaptığım bütün iş mülakatlarında en çok adayın karakterini anlamaya çalıştım. Nasıl bir insan? Arkasında nasıl bir aile var? Değer yargıları ne? Benim karşıma gelene kadar hangi zorlukları aşmış? Konuştuğum bu kişi sahici mi yoksa başka birini mi oynuyor? Bir çalışanın sahip olabileceği en değerli özellik karakter bütünlüğüdür. Bir iş yeri için en doğru insan bu bütünlüğe sahip olan insandır. Bu insanlar alçak gönüllüdürler, çünkü kendilerini bilirler. Hem kendilerine güvenirler hem başkalarına güven duyarlar. Kendi duygularının farkındadırlar. Ama aynı zamanda etrafındakilerin de ruh hallerini bilirler. İnsanı anlarlar. Kimsenin onlara doğruyu göstermesine gerek yoktur. Onlar seçimlerini hep doğrudan yana yaparlar. Gelişmiş bir adalet duyguları vardır. Nereden gelip nereye gittiklerini bilen bir halleri vardır. Sanki içlerinde bir pusula vardır. Bu insanlar her yaştan her cinsiyetten olabilirler. Köyden de gelebilirler kentten de. Mutlaka en iyi okullardan mezun olmaları

Böyle Gelmiş, Böyle Gider Mi?

"Sürdürülebilirlik" çoğumuza uzak bir kavram. Sadece bilim adamlarının ilgilenmeleri gereken, politikacıların kanunlar çıkarmaları gereken bir konuymuş gibi geliyor bize. Zaten bugüne değil, yarına ait bir kavram olduğu için çoğumuzun ilgi alanına giremiyor. Sanki bu konuda yapmamız gereken hiç bir şey yokmuş gibi geliyor bize. Sürdürülebilirliğe itirazımız yok ama sürdürülebilirlik adına yaptığımız bir şey de yok. Bugünün ihtiyaçlarını karşılarken dünyanın kaynaklarını gelecek kuşaklar yararına nasıl koruyacağımız uzun yıllardır tartışma konusu oldu. II. Dünya Savaşı sonrasındaki hızlı büyümenin ekolojik dengeyi bozması üzerine, 1960’lı yılların sonlarında sürdürülebilir kalkınma kavramı tartışılmaya başlandı. Sürdürülebilir kalkınma, “bugünün ihtiyaçlarını karşılarken gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri imkanını, onların elinden almamak" olarak tanımlanabilir. (Birleşmiş Milletler, Brundlant Raporu, 1987) Endüstri toplumu başından beri hep “daha

Lideri Başarılı Kılan Onun Yoldaşlarıdır.

Sanayi toplumunun şirket modeli bir makine gibi tasarlanmıştı. Şirket çalışanları da bu makinenin dişlileri gibi olmalıydı. Çalışanlar kendilerine verilen görevleri, hiçbir yaratıcılık katmadan eksiksiz yaparlarsa, sistem mükemmel çalışırdı. Kitlesel üretim için tasarlanmış bu model, iyi tanımlanmış işlerin tekrarlanmasına dayanıyordu. Endüstri devriminin ürünü olan bu sistemi verimli kılan, insanların nitelikleri değil, sistemin mükemmelliğiydi. Bu sebeple Henry Ford’un fabrikasında sistem ne kadar iyi tasarlanırsa, verim de o kadar artıyordu. Zaten sanayi döneminin esas hedefi, eğitimsiz ve mesleksiz yığınları üretken kılmayı başarabilmekti. Sistem, hiçbir çalışana bağımlı olmadan, “kitlenin” başarısı olarak ayakta duruyordu. Sanayi sonrası dönemin koşuları ise tamamen farklı. Bugünün şirketlerinde yapılan işlerin pek azı, tekrarlanan mekanik işlerden oluşuyor. Artık yapılan işlerin çoğunluğu, çalışanların her seferinde yeniden düşünmelerini, tasarlamalarını, karşılarına gelen sorunl