Kayıtlar

Bir Çalışan İşe Gelirken Evden Ne Getirmelidir?

Bugüne kadar yaptığım bütün iş mülakatlarında en çok adayın karakterini anlamaya çalıştım. Nasıl bir insan? Arkasında nasıl bir aile var? Değer yargıları ne? Benim karşıma gelene kadar hangi zorlukları aşmış? Konuştuğum bu kişi sahici mi yoksa başka birini mi oynuyor? Bir çalışanın sahip olabileceği en değerli özellik karakter bütünlüğüdür. Bir iş yeri için en doğru insan bu bütünlüğe sahip olan insandır. Bu insanlar alçak gönüllüdürler, çünkü kendilerini bilirler. Hem kendilerine güvenirler hem başkalarına güven duyarlar. Kendi duygularının farkındadırlar. Ama aynı zamanda etrafındakilerin de ruh hallerini bilirler. İnsanı anlarlar. Kimsenin onlara doğruyu göstermesine gerek yoktur. Onlar seçimlerini hep doğrudan yana yaparlar. Gelişmiş bir adalet duyguları vardır. Nereden gelip nereye gittiklerini bilen bir halleri vardır. Sanki içlerinde bir pusula vardır. Bu insanlar her yaştan her cinsiyetten olabilirler. Köyden de gelebilirler kentten de. Mutlaka en iyi okullardan mezun olmaları

Böyle Gelmiş, Böyle Gider Mi?

"Sürdürülebilirlik" çoğumuza uzak bir kavram. Sadece bilim adamlarının ilgilenmeleri gereken, politikacıların kanunlar çıkarmaları gereken bir konuymuş gibi geliyor bize. Zaten bugüne değil, yarına ait bir kavram olduğu için çoğumuzun ilgi alanına giremiyor. Sanki bu konuda yapmamız gereken hiç bir şey yokmuş gibi geliyor bize. Sürdürülebilirliğe itirazımız yok ama sürdürülebilirlik adına yaptığımız bir şey de yok. Bugünün ihtiyaçlarını karşılarken dünyanın kaynaklarını gelecek kuşaklar yararına nasıl koruyacağımız uzun yıllardır tartışma konusu oldu. II. Dünya Savaşı sonrasındaki hızlı büyümenin ekolojik dengeyi bozması üzerine, 1960’lı yılların sonlarında sürdürülebilir kalkınma kavramı tartışılmaya başlandı. Sürdürülebilir kalkınma, “bugünün ihtiyaçlarını karşılarken gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri imkanını, onların elinden almamak" olarak tanımlanabilir. (Birleşmiş Milletler, Brundlant Raporu, 1987) Endüstri toplumu başından beri hep “daha

Lideri Başarılı Kılan Onun Yoldaşlarıdır.

Sanayi toplumunun şirket modeli bir makine gibi tasarlanmıştı. Şirket çalışanları da bu makinenin dişlileri gibi olmalıydı. Çalışanlar kendilerine verilen görevleri, hiçbir yaratıcılık katmadan eksiksiz yaparlarsa, sistem mükemmel çalışırdı. Kitlesel üretim için tasarlanmış bu model, iyi tanımlanmış işlerin tekrarlanmasına dayanıyordu. Endüstri devriminin ürünü olan bu sistemi verimli kılan, insanların nitelikleri değil, sistemin mükemmelliğiydi. Bu sebeple Henry Ford’un fabrikasında sistem ne kadar iyi tasarlanırsa, verim de o kadar artıyordu. Zaten sanayi döneminin esas hedefi, eğitimsiz ve mesleksiz yığınları üretken kılmayı başarabilmekti. Sistem, hiçbir çalışana bağımlı olmadan, “kitlenin” başarısı olarak ayakta duruyordu. Sanayi sonrası dönemin koşuları ise tamamen farklı. Bugünün şirketlerinde yapılan işlerin pek azı, tekrarlanan mekanik işlerden oluşuyor. Artık yapılan işlerin çoğunluğu, çalışanların her seferinde yeniden düşünmelerini, tasarlamalarını, karşılarına gelen sorunl

Defalarca Yenildim Bu Yüzden Başardım

Ben mesleğimi çok hata yapmam sayesinde öğrendim. Hata yapma özgürlüğüm olmasaydı kesinlikle bu kadar yol kat edemezdim. Benim şansım, araştırmacılığı öğrenirken içinde bulunduğum ortamın da buna izin vermesiydi. Üstelik bu hataları müşterilerimle paylaşarak ilerledim. Bu açık ve şeffaf davranışım, müşterilerimde kızgınlık yerine güven oluşturdu. Bunu fark ettikten sonra kendime güvenim daha da arttı. Daha sonra çalışma arkadaşlarımın yaptıkları hataları görünce bu hataları çok değerli bir fırsat olarak görüp bunları şirketin bütün çalışanlarıyla paylaşmalarını istemeye başladım. Yemedi :)) Hata yapmanın değil hatayı gizlemenin “ayıp” olduğu bir anlayış bütünlüğüne gelemedik. Aslında bu tutumumuz, hem çalışanlarımızla hem müşterilerimizle açık, şeffaf ve öğrenmeye dayalı bir ortamın oluşmasını sağlayacaktı. Araştırma sunumlarında “Biz bu araştırmanın bu sorusunu yanlış kurgulamışız, bunun cevaplarını dikkate almayın.” dediğimiz zaman hem kendimizi daha iyi hissedecektik hem de müşteril

Hiç Gidilmemiş Yoldan Gitmek

Bir resim dersinde altı yaşında bir kız resim yaparken, öğretmeni yanına yaklaşır: “Ne resmi yapıyorsun?” diye sorar. Kız, “Allah’ın resmini yapıyorum.” der. Öğretmen, “İyi ama Allah’ı bugüne kadar kimse görmedi ki.” deyince kız, “Birazdan görecekler.” diye cevap verir.(Ken Robinson, TED konferansı konuşması, 2006) Biz, çocukların bu öz güvenini ve yaratıcılığını önce ailede sonra okulda sistemli bir şekilde köreltip onları “herkes gibi düşünen, herkes gibi davranan” sıradan insanlara dönüştürüyoruz. Oysa başlangıçta hepimiz sınırsız bir yaratıcılıkla geliyoruz dünyaya. Ne ön yargılarımız var ne utanma korkumuz. Tabuları bilmediğimiz gibi politik olmak için sebebimiz de yok. Fakat aramızdan pek azı, bu baskıya direnip doğal yaratıcılığını korumayı başarıyor. Albert Einstein, İzafiyet Teorisini ortaya attığı zaman henüz yirmi altı yaşındaydı. Koskoca Newton teorisine kafa tutmuştu. “Deli” olmalıydı! Bu yaptığı çocukçaydı. Aydınlanma’nın babası sayılan Newton’a, henüz yirmili yaşlarında

Şirketler Yanlış Kararları Nasıl Alıyor?

Ben eskiden büyük şirketlerin rasyonel karar alınan yerler olduğunu zannederdim, bana göre “akılsızca işler” yapmak sadece bizim gibi bireylere özgü bir zafiyetti. Hele “Kurumsal şirketlerin” hiç yanılmadıklarını düşünürdüm. Bu şirketlerin her yaptıkları doğru, aldıkları her karar isabetliydi. Kurumsal şirketlerin yönetim kurulu salonlarını NASA uzay üssünün komuta merkezine benzetirdim. Her seçeneğin ince elenip sık dokunduğunu, bütün risklerin titizlikle değerlendirildiğini, alınan kararların insanî zafiyetlerden uzak olduğunu zannederdim. Bizler insan olarak hata yapabilirdik, yanılabilirdik, duygusal davranıp şaşırabilirdik; ama kurumsal şirketlerde bunlar olmazdı. Yanlış biliyormuşum. Şirketler de karar alırken bizim gibi davranabiliyormuş. Meğerse “şaşırmak”, “atlamak”, “görememek”, “akıl edememek” sadece bize özgü değilmiş. Peki, sadece doğru karar almak için çok yüksek paralar ödenen yöneticiler sizce nasıl yapıyorlar da yanlış karar alıyorlar? Bu yanlışların altındaki nedenler